Milletlerarası özel hukuku, kişiler arasında doğan ve yabancı unsur taşıyan özel hukuk niteliğindeki ilişkileri düzenleyen ve bunların hangi devletin hukukuna tabi olduğunu gösteren bir iç hukuk dalı olarak tanımlamak mümkündür.
Dünya’da yedi kıta ve Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen yüz doksanın üzerinde ülke bulunmaktadır. Bu ülkelerde uygulanan hukuk sistemleri ise birbirinden oldukça farklıdır. Birbirinden farklı hukuk sistemlerini benimsemiş ülkeler arasında yaşanan özel hukuk alanındaki ihtilaflarda hangi ülkenin hukuk sistemi uygulanacağı ya da özel hukuk kapsamındaki yabancı unsurlu olaylarda uygulanması mümkün tek bir hukuk sisteminin var olup olmadığına ilişkin bu tür sorular, milletlerarası özel hukukun doğumunun ana sebeplerini oluşturmaktadır. Bu kapsamda milletlerarası özel hukuku, kişiler arasında doğan ve yabancı unsur taşıyan özel hukuk niteliğindeki ilişkileri düzenleyen ve bunların hangi devletin hukukuna tabi olduğunu gösteren bir iç hukuk dalı olarak tanımlamak mümkündür. Milletlerarası özel hukuk kuralları ise yabancı unsur taşıyan hukuki olay ve ilişkilere hangi devletin iç maddi hukukunun uygulanacağını gösteren kurallardır.
Bir iç hukuk dalı olan milletlerarası özel hukukun kaynaklarını, iç hukukun kaynağını teşkil eden kanun, örf ve adet, mahkeme kararları ve doktrin ile gerek iki taraflı gerekse uluslararası kuruluşlarca meydana getirilen çok taraflı milletlerarası sözleşmeler oluşturmaktadır. Türk Milletlerarası Özel Hukuk sisteminde, uzun bir süre “Türkiye’de Bulunan Yabancıların Hak ve Vazifelerine ait 1330 tarihli Muvakkat Kanun” yürürlükte kalmıştır. Ancak bu Kanun çağın gereklerine cevap verme noktasında yetersiz kalınca, bu kez 22.11.1982 tarihinde “2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiş ve yaklaşık 25 yıl yürürlükte kalmıştır. Bu Kanunun ardından bu kez 12.12.2007 tarihinde “5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun” yürürlüğe girmiş olup geçerliliğini korumaktadır. Milletlerarası sözleşmeler kapsamında, günümüzde Türkiye başka devletler ile hukuki, ticari ve cezai konularda pek çok ikili sözleşmenin tarafı olduğu gibi Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, ve La Haye gibi çok taraflı sözleşmelerin de tarafıdır. Türkiye tarafından onaylanan bu sözleşmelerden bazı belli başlı olanları aşağıdaki gibidir;
- İnsan Hakları ve Ana Hürriyetlerin Korunmasına Dair Sözleşme,
- İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,
- Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesi,
- Çocuk Haklarına Dair Sözleşme,
- Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi,
- Göçmen İşçilerin Hukuki Statüsüne Dair Avrupa Sözleşmesi,
- Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Cenevre Sözleşmesi,
- İşkencenin ve Gayri İnsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi,
- Kişisel Verilerin Otomatik İşlenmesi Açısından Bireylerin Korunması Sözleşmesi,
- Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması Araştırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi,
- Kyoto Protokolü,
- 15 Haziran 1955 Tarihli Uluslararası Satış Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuka Dair Sözleşme,
- 5 Kasım 1961 Tarihli Yabancı Resmî Belgelerin Tasdikten Muaf Tutulmasına Dair Sözleşme (APOSTİL),
- 15 Kasım 1965 Tarihli Hukukî ve Ticari Konularda Adlî ve Gayrî Adlî Belgelerin Yabancı Memleketlerde Tebliğine Dair Lahey Sözleşmesi,
- 1 Şubat 1971 Tarihli Hukukî ve Ticarî Konularda Yabancı Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi Sözleşmesi,
Milletlerarası Özel Hukuk alanında, kişiler arasında doğan ve yabancı unsur taşıyan özel hukuk niteliğindeki uyuşmazlıkların çözüme kavuşturulmasının yanı sıra, böyle bir uyuşmazlık kapsamında tesis edilen yabancı bir mahkeme ya da hakem kararının Türkiye’de tanınması ve tenfizi hususu da büyük önem taşımaktadır. Zira Yabancı mahkeme ya da hakem kararlarının Türkiye’de doğrudan icrası mümkün değildir. Bu kapsamda yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan ilamların ya da kesinleşmiş ve icra kabiliyeti kazanmış veya taraflar için bağlayıcı olan yabancı hakem kararlarının Türkiye’de icra olunabilmesi, yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine; yabancı mahkeme ilamının ya da hakem kararının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi ise o mahkeme ilamının ya da hakem kararının Türkiye’de tanınmasına bağlıdır.
Asil Hukuk ve Danışmanlık olarak, Osmaniye Avukat ve Osmaniye Hukuk Bürosu çerçevesinde Milletlerarası Özel Hukuk alanında faaliyet göstermekte ve avukatlık hizmeti ile hukuki danışmanlık hizmeti verilmektedir.
Bir Yorum Yazın